İçsel boşluk, anlamsızlık, travma, yas.. birçok zorlu yaşam deneyimi bizi acının kucağına getirir. Bu yaşantılar sonrasında olduğumuz yerden bazen çıkabilmek mümkünken bazen kendimizi teselli etmek için bir maddeden medet umabilir veyahut toksik ilişkilenmeler içinde varlığımızı sürdürmeye devam edebiliriz.
Bağımlılıklar ve her türlü kendine zarar veren davranış örüntüleri böyle zamanlarda kendimizi ne yapacağımızı bilemez bir halde bulmamızla yakından ilişkilidir. İçinde bulunduğumuz yoğun acı, hayal kırıklığı, kayıp, yas gibi yaşantılar sonucunda bedensel ve ruhsal olarak deneyimlediğimiz duyguların ağırlığına dayanamayıp bu acıyı bir an önce dindirmenin yollarını ararız. Oysa bu duygulardan kaçmaya çalıştıkça bataklıkta debelenmek gibi daha da çamura batmamız olasıdır.
Acı çekmeye tahammülsüzlük haz odaklı, kolaycı, hedonist beynimizin bizim üzerimizdeki hegemonyasının bir neticesidir. Primat yanımızı oluşturan bu ilksel beynimiz acıdan kaçıp hazza yönelme mekanizmasıyla tıpkı hayvanlarda olan temel hayatta kalma prensibiyle çalışır. Bu mekanizma sonucunda acıyla karşılaştığımızda çoğu zaman savaşmak ya da kaçmaktan başka tepki repertuvarımız gelişmediği ( bir de don tepkisi var ama onun da farklı olduğu söylenemez) için çoğu zaman bu işlevsiz döngüler ile acıyı bastırmaya/yok saymaya çalışırız.
Bu tepki repertuvarları ile kendimizi yatıştırma girişimimiz başarısızlıkla sonuçlandığında kendimizi yine kucağında bulduğumuz hisler hayal kırıklığı, hüsran ve çaresizliktir. Peki bu kendini yatıştırmayı hangi şekilde yaparsak bu gerçekten bize bu duygularla baş etme becerisi geliştirir? Bunu bilmememiz kader değil zira tüm bu beceriler atletik olarak kazanılabilecek becerilerdir. Var olan mekanizma işe yaramadığını strateji değiştirmek ve kişinin kendi yaşadığı zorlu durumla başa çıkabilmesi için farklı strateji uygulaması terapilerde temel hedeflerden biridir.
Fiziksel bedenimizin bağışıklık sistemi vücudumuzu korumak ve onarmaya dair programlı olduğu gibi zihin sistemimiz de hafıza, öğrenme, nöroplastisitenin esnekliği gibi birçok donanım yardımı ile zihinsel ve ruhsal ağrıyı onarma gücüne sahiptir. Doğal mekanizmamız bu şekilde programlanmışken yaşantılanan bu zor durumlarla baş edememek doğal işleyişimizde bir takım deformasyonların kanıtı niteliğindedir. Kişi ne olur da 20 yıl önceki çocukluk anısından ötürü hala acı çeker? İnsan hafızası belli bir duygu eşiğinin altında kalan anıları silmekte böyle sabırsızken nasıl oluyor da çok uzun zaman önceki anıların duyguları hala yaşantımızı zorlayabiliyor?
Bu durum geçmişte kalan bu yaşantının beynimizin işleyişinde bir takım sektelere sebep olduğu ve doğal akışı bozduğunu gösteriyor. Yaşadığımız bu deneyim karşısında ruhumuzda oluşan yaralanma bir gedik olarak kendini gösterip bize varlığını daima hatırlatır. Kendini yatıştırmak kişinin bu gedik ile yaşamasını öğrenmesi ve buna karşı güçlenmesi demektir. Yaşamın nihai hedefi bize öğretmek ve bizi büyütmektir. Hangi inançtan ve felsefeden bakarsanız bakın hayata en temelde fiziksel olarak dahi geldiğimiz gibi gitmiyoruz. Hayatın getirdikleriyle başa çıkma becerisi olarak dayanıklılığımız ne kadar sağlam olursa, başımıza gelen şeylere karşı o kadar güçlü durabiliyoruz. Bu beceri de tıpkı adım atmak ve geri kalan her şey gibi pratik ederek öğreniliyor. Hayatın bir öğrenme alanı olduğunu hatırlayarak baktığımızda pek çok şeyin görünürlüğünün yeni boyutlar kazanacağını fark edebiliriz.