Binlerce yıldır insanın mahiyeti üzerine kafa yormuş nice filozoflar nice alimler meseleyi bir yönüyle kavrayabilmesine karşın bütünsellik açısından mutlak bir sonuca varılamamıştır. Tıpkı bu soru gibi insan üzerine sorulan pek çok soru yaslanabileceği bir kesinlikten uzak bir salınım halinde kalmıştır. Tüm bu kesinsizliğin içinde kesin olan şey bunun hepimizde yarattığı kaygıdır. İşler bu noktada ise biraz değişiklik gösterir. Bu kaygıyı alıp bununla ne yaptığımız bütün meseleyi değiştirebilir.
Peki ama bu kaygı bize ne anlatır. Yakından baktığımızda her şeyin çözünürlüğünün arttığı daha da yakından bakarsak çözünürlüğün yok olduğu bir ikilem gibi bu da belirli bir mesafeyle bakmamız gereken bir kavram.
En katı determinist görüşün de pek bir yere varamadığı bu meseleyi ele almak için insanın yapısal özelliğine bakmak bize manzarayı biraz daha şekillendirir. Zihnimiz bir yanıyla en karmaşık sosyal yapıları kuracak kadar yüksek bileşenlerle donatılmışken bir yanıyla hayvani ve dürtüsel benliğimizle tecelli olmaktadır.
Hal böyle olunca insan yüksek zihinsel/ruhsal yanlarıyla yükseklerin en yükseği, hayvani benliği ile ise aşağıların en aşağısı olarak tasvir edilmektedir. Bunun gözler önüne serdiği gerçek ise insanın bu ikilik arasında salınan bir sarkaç misali devinim halinde olduğudur. Zihnimizin bizi olmadık hallerde bırakan dürtüsel, konformist, başına buyruk yanı ile bu fiziksel bedene sığamayan, alemleri kapsayabilecek enginlikteki insani yanı birbiriyle bağlantılı bir ağ içinde var olmaktadır.
Bunun bizi her an düşürebildiği ikilik kimilerine göre bu dünyada insanın gerçek savaşı olmakla birlikte kainatın yaratım sebebidir. Hayatımızın tamamında bu iki zıtlık arasında sarkaç misali salınmamızın denklemini açıklamaya bilim pek yakın bir yerde gözükmüyor. Bu da yine meseleyi birden fazla gereçle kavramamız gerektiğini, aksi takdirde bu girift yapının formülünü çıkarmanın pek olası olmadığını gösteriyor.
Peki kendi salınımımızda ne kadar irade sahibiyiz sorusuna bu yanıyla bakacak olursak, buna kendi zihinlerimizle olan tanışıklığımız ölçüsünde cevap verilebilir sanırım. Doymak bilmeyen hayvani yanımız ile gözünü yükseklere dikip sürekli olgunlaşma peşinde koşan yanımız arasında eylemlerimiz bu sarkacın neresinde durduğumuza dair bize bir yanıt veriyor.
Mutlak irade var mı yok mu düalizminin bizi sıkıştırdığı köşede amansızca cevap aramaktansa irade gösterebileceğimiz (veyahut öyle sandığımız) sarkacımızı daha iyiye daha insani olana dair çevirmemizde herhangi bir beis göremiyorum.
Bu sarkacımızın dümenine geçmek için önce bu sırlı yanımızın ummanlarına dalmak kaçınılmaz olarak bizi beklemektedir. Yükseklere giden yol çetindir. Beşer yanımızı yeterince tanımazsak eylemlerimizin kaynağından bihaber kendimizi yolda kalmış bulmamız işten bile değildir.