Bir ben vardır, benden içeri’ der Yunus. Bir de öteki var, benden yahut bizden dışarı…
Her birimiz anne karnından kültür içine doğarız. Bu kültür bir geçmişe, mirasa, duygulara, yapıp etmelere ve düşüncelere dayanır. Düşünceler, dille kültüre dönüşürken kültür de dilden dile aktarılır. Toplum denen yapıdaki konumumuz ise bu süreçlerin ürünüdür.
Bu girizgahtan sonra birlikte düşünelim istiyorum. Öteki deyince kim geliyor aklımıza? Bir tür, bir ırk, bir insan, bir nesne… Kürtler, Sarışınlar, Afganlar,Suriyeliler, Gözlüklüler,Bekarlar,Çocuğu olmayanlar,LGBTİ+….? Milyonlarca soru işareti, milyarlarca noktayla bitirmek istediğim bir cümle oldu. Ötekinin dinamikliği, dönemselliği ve durumsallığı sizce de dikkat çekici değil mi?
Ataerkil dünyada bir kadın mı öteki, sözüm ona ‘sağlıklı’ çocuklar arasındaki engelli bir çocuk mu?
Tarihte ötekileştirilenlerin, öteki hissedenlerin sayısı insanlık sayısıncadır desek hata etmiş mi oluruz?
Çoğu zaman toplum ötekiyi işaret ederken bazense öteki hissetme duygusu kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Maddi, kültürel, sosyoekonomik refah içinde, bir şekilde ihtiyaçları karşılanmış görünen bir birey yalıtılmışlık, dışlanmışlık duygularının denizinde boyunu aşan dalgalarla boğuşuyor.
Peki ya sevgi, bakım ve özen içinde büyümemiş, yeterince iyi ebeveynleri deneyimlememiş bir çocuk? Tüm bu alamadıklarının üzerine toplumun da kültürel, dilsel, ekonomik, eğitsel farklılıklardan ötürü damga vurarak yersiz yurtsuzluğu, yetersizliği, hiçbir yerde tam ve huzurlu hissedememenin telaşını ve acısını hisseden bir kişi?
Freud, insanın özünde kötüye meyilli olduğunu söylerken haklıydı belki. Toplumlarda görülen bu olumsuzlukları, sorunları ve istenmeyenleri ‘en zayıfa, en ötekiye’ yansıtma durumu başka nasıl açıklanır ki? Bu yansıtmaların ayrımcılığa, ayrımcılığın da nefrete dönüştüğü o an zorbalıkların, toplumsal ayrışmanın da başladığı an değil mi? Güvensizliğin sevgisizlikle, aşağılanmanın üstünlük çabasıyla yarıştığı anlar, insana bir yük değil mi?
Öteki, yalnızca bir Dostoyevski romanı olarak kalsaydı, kimin öteki olduğunu bulmaya çalışmak da bu yazıyı yazmak da anlamsız olabilirdi. Öteki olmak, kaçınılmazdır diye düşünenleriniz olabilir, amenna. Ben de diyorum ki bu nevrotik yansıtmalar, istenmeyen duygu ve özellikleri en uzak olana aktarmalar ne Yunus’un edebiyatına ne Atatürk’ün mirasına ne de dinin öğretilerine uyar. Oysa kendine bakmak, sınırlarını bilmek ve senden farklı olanı önyargı perdelerini kaldırarak görebilmek insan olmanın gereği değil mi? Zira sözlükteki anlamıyla ‘bilinenden, sözü edilenden ayrı’ anlamındaki- ötekiyi-, içimizdeki ötekinden başlayarak ‘bilinen ve söz edilen’ konumundaki –beriki- yapmak olası değil mi?